26/12/2006

Bobfahren..bobsleigh..bobsled...kızak


Kar yağışının hala yeterli olmaması sebebi ile daha 2 gün önce açtığımız kayak sezonunun hemen ardından minik karımın doğum günü hediyesi :) olan "bobfahren" için dünyadaki 15 pistten biri olan Königssee'de ki pistteydik. İngilizcede "Bobsleigh" olarak geçen amerikalıların "Bobsled" dediği, bizim ise ikisini de söyleyemediğimiz için kısaca "kızak kaymak" dediğimiz bu olay genelde formula 1'in buz üstündeki yansıması olarak adlandırılıyor. Bunun sebebi ise; teneke bir kutunun içine sıkışmış 3-4 kişinin 120 km.'ye kadar çıkan bir hızla buzdan bir tünelde delice gitmesi olabilir...@

İlköğretim kötü mü köfte ye!


Biz de ilkokul 1. sınıftayken fiş öğrenirdik. Hatırladıklarım arasında "Ali topu tut, Oya ip atla, Ali gel!" gibi örnekler var ama hiç abuk bir fiş cümlesi hatırlamıyorum. Şimdi bir de bugünkü yavrularımızın öğrendiği fişlere bakalım:

"Talat teli telle!"
"Sarı kedi dilini tut!"
"Şakir, şaşı bebek alma!"
"Şenay şu şekeri eşine at!"
"Üner üzüm soyma, ye!"
"Buraya bulaşık kakalama!"
"Bu okula yağmur yağdı!"

Bu konuyu bugünkü Hürriyet'te Pakize Suda yazdı. "Daha önce de yazmıştım; bu konuyla bozdu diyeceksiniz ama herkes bozmalı bence." demiş. Ben de görünce dumura uğradım ve buraya taşımadan edemedim konuyu. Hakikaten herkesin kafayı takmasını gerektiren bir durum var ortada. Şu cümlelerdeki mantık dışılığa bakar mısınız? Bir cümlenin yalnızca yapı bakımından doğru olması, doğru Türkçe olduğu anlamına gelmez ki! Mantık hatası denen bir şey var! Demek ki biz çocuklarımıza eğitimin daha ilk aşamasından itibaren dilimizi katletmeyi öğretiyoruz. Yani resmen çocuk okula gitmese çok daha iyi Türkçe konuşacak. Cem Yılmaz'ın bir lafı vardır: "Ben 20 sene okula gittim, şimdi de öğrendiklerimi unutup gerçek hayata adapte olabilmem için bir 20 sene daha lazım." Türk eğitim sisteminin geldiği durum resmen bu! Ben Türkiye'de 7 yıl boyunca lise öğretmenliği yaptım devlette ve aynı anda özel okuldan dershanesine kadar özelde de çalıştım. Yani hem devlet hem de özel sektör açısından lise düzeyindeki eğitim sisteminin içler acısı durumundan yakinen haberdardım ama ilköğretimin bu kadar abuklaşmış olabileceğinden haberim yoktu. Gerçi lise hazırlık sınıflarının her geçen sene bir öncekine göre daha beter seviyede liseye başladıklarından yakındığımı çok iyi hatırlıyorum ama. Düşünebiliyor musunuz, bu çocuklar bir de güya sınavla seçilip gelen iyi öğrenciler-Çünkü ben Anadolu lisesinde çalışıyordum.-ama ilk kompozisyon ödevinde ortaya çıkıyor ki düzgün cümle kurabilmeyi, Türkçe konuşabilmeyi geçtim, düzgün yazı yazabilen çocuk bile 30 kişilik sınıfta belki 5 kişi. İmla kurallarını falan hiç söylemiyorum. 7 yıllık öğretmenlik hayatımda her sene hazırlık sınıfına girdim, bağlaç "de" ve "ki" yi doğru yazabilen tek bir öğrenciye rastlamadım. Yahu 15 yaşında gençlerden söz ediyoruz; bu yaştaki insan artık anadilinin kurallarını büyük ölçüde bilmeli; ama ne gezer! Ondan sonra uğraşır dururduk çocuğa o yaştan sonra en basit imla kurallarını öğreteceğiz diye! Bu kadar yıl yaptığım kompozisyon sınavlarını okul idaresine teslim etme zorunluluğu olmasa çok rahat 10 kitaplık malzeme çıkarırdı bana "Türk çocuğu nece konuşuyor?" konulu.
Bir de yine Suda'nın yazısında aritmetik işlemleri artık kediyle köpekle ağaçla falan değil, el bombasıyla yaptırdıklarını yazıyordu. Örneğin; bir el bombası, bir el bombası daha iki el bombası eder! Bu nedir yahu? Şaka falan mı hakikaten? Pakize Suda'nın yorumu: Kurtlar Vadisi 1-A. Bunun üzerine ne söylesem az. O kadar yerinde bir laf ki!
Hani hepimizin büyüdükten sonra gördüğü alışılmış okul rüyaları vardır: Mezun olduğumuzu sanıyormuşuz da olamamışız aslında, gibi. Türk okullarında yetişmiş hemen her yetişkin, ara sıra bu kabusu görür. Bu sabah da Özgür, gece böyle bir rüya gördüğünü anlatınca "Türk eğitim sisteminin bilinçaltımıza sonsuza dek kazıdığı travma!" diye yorum yapmıştım kendi kendime. Hatta dedim ki: "Bir ülkenin insanlarının %90'ı aynı kabusu görüyorsa bu sosyologların, psikologların çok ciddi şekilde araştırması gereken sosyal travmalardan biri!" Bunun üzerine bir de bu "ilköğretim fişleri" mevzusunu görünce dedim ki bizi ileride daha ne toplumsal travmalar bekliyor, kim bilir!
Bu yazının başlığı da, "kö" hecesini öğretebilmek için, ilköğretim fişlerine benden bir katkı olsun! Nasıl olsa o fişleri ders diye öğreten zihniyet o cümledeki "tevriye" yi yani kelime oyununu anlamaz ama belki henüz kafaları çalışabilen genç beyinlerimiz mesajı alırlar da kendilerini "milli eğitimin" yarattığı cahilleşme ve salaklaşma sürecinden korurlar!!!!

25/12/2006

Fröhliche Weihnachten


Efendim bugün tüm dünya hristiyanları İsa'nın doğum günün kutluyor, biz de Almanya'nın en katolik eyaletinde yaşayanlar olarak bugüne kayıtsız kalamayız tabi ki. Ne de olsa son bir aydır akşamüstlerimizi Weihnachtsmarktlar'da Glühwein eşliğinde sosis yiterek geçirmişliğimiz var. Üstüne üstlük yine bu kutsal gün sayesinde pazartesimizi de evde geçirebiliyoruz (ve hatta Salı'yı da unutmayalım). Etraftaki envayi çeşit süslemelerle de gözümüz gönlümüz bayram etmedi mi, öyleyse dedim naçizane sitemizde iki kelime de bugüne ayıralım, buyrun size iki kelime:

Mutlu Noeller!



19/12/2006

Memleketten Abidik Magazin Polemikleri


Bizim memleketin iyice çivisi çıktı artık. İş dünyasından politikasına, spor basınından magazin dünyasına, güya sanat! alemine kadar akıl almaz bir seviyesizlik hakim. Buyurun, en güncel magazin polemiklerinden inciler:

Ata Demirer'den İsmail YK'ya: Allah zaten bela vermiş, sen varsın ya!

Mustafa Topaloğlu'ndan Bülent Ersoy'a: O bir diva değil duba! Onun tek hatası, benim gibi bir nükleer enerjiye çarpmaktı!

Bülent Ersoy'dan Orhan Gencebay'a: Adama o kadar sürtünüyorum ama Sevim'in korkusundan bana bakamıyor. Onu doğru dürüst mıncıklayamıyorum!

Orhan Gencebay'dan Bülent Ersoy'a: Ben saygılı adamım ama evde iki tane kabak oyacağı var!

Yeşim Salkım'dan Güzide Duran'a: Devede de boy var ama başı eşek çekiyor!

Daha da var ama yazmaya kalbim dayanmadı artık. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Yalnız yukarıdakilerin en bombası bence Mustafa Topaloğlu :)

Bir de yine TV dünyasından küçük bir haber. Buna epeyce güldüm:

Kanal D'de yayınlanan "Sağır Oda" diye bir dizi var. Ben izleyicisi değilim ama format olarak son zamanlarda çok tutulan "Kurtlar Vadisi" ayarında bir komplo teorisi-derin devlet-mafya dizisi.
Bu dizinin son bölümünde bir Rus ajanı yakalayan gizli servis elemanı sorgu esnasında fiziksel şiddetle konuşturamayınca "Sende daha önce hiç denemediğim bir taktik deneyeceğim, bunu sen istedin." diyerek çıkar ve bir teyple döner. Teybin düğmesine basınca, Ajdar'ın "Çikita Muz" şarkısı çalmaya başlar. :) Şarkıyı bilmeyenler internetten falan bulup baksınlar; facia hakkaten. Gazete bu haberi "Ajdarlı İşkence" diye vermişti. Düşünsenize, daha düne kadar RTÜK kadın programlarına yasak getirmeden önce bu eleman her allahın günü TV'lerdeydi ve zavallı halkım sürekli bu işkenceye maruz kalıyordu. Şimdi RTÜK yasağı var ama "Alışmış kudurmuştan beterdir!" diye bir laf da var. İster misiniz bugüne kadar bir türlü gerçekleşmeyen sosyal patlama Ajdar yüzünden gerçekleşsin? Politik zırvalıklardı, hortumdu, yolsuzluktu, geçim derdiydi, trafik çilesiydi derken değerli medyamızın da sürekli ambole etme çabalarıyla iyice beyni bulanan halk, Mayıs'ta "Ajdar'ı Çankaya'da görmek istiyoruz!" diye sokaklara dökülmezse iyidir!!!

17/12/2006

Kutlu Doğum Şenlikleri :)


Sevgili dostlar,
Gerçi mail de attım ama bir kere de buradan teşekkür edeyim dedim. Gerçekten çok güldük, çok eğlendik. Benim için en iyi kutladığım doğumgünlerimden biriydi. O gece yanımda olan herkese sevgilerimi yolluyorum. Nice kutlu doğum şenlikleri kutlarız inşallah hep birlikte :)
İşte teşekkür listesi (Alfabetik sırayla):
Adam'ın biri :) (soyadını bilmiyorum), Ayça Abacı, Deniz Uysal, Efsun Can, Ersoy Can, Filiz Zevri, Gediz Cürgül, Hande Cürgül, Hülya Şentürk, Müjde Kurtulan, Müjgan Bekir, Öznur Yavan, Paul, Seda Çakıroğlu, Sibel Şimşek, Ulaş Evirgen

Sevgiler hepinize :)

13/12/2006

"Who cares about f.ckin Europe"


Hükümetin yaptıkları ( yapamadıkları ) bir yana, 2007'den itibaren üye ( tam üye değil ama en azından üye ) olacak Romanya ve Bulgaristan gibi gudik ülkelere bakarak, bize hala türlü sebeplerle bir 40 yıl daha kapıda tek ayak üstünde durma cezası vermek isteyen AB'ye, Ekim ayında "Kal-Der" yandaki güzel cevabı (reklamı) vermiş aslında. Her yönümüzle hazırız hala almıyolar demiyorum, tabi ki bir sürü eksiğimiz var ama Romanya ve Bulgaristanın da bu kadar kolay her sorunu hallettiklerine inanmıyorum. Üyesi olmamızın neredeyse imkansız olduğu bir birlik için 40 yıldır uyguladığımız başı öne eğik politikalarla bir yere varamadığımız kesin, oyüzden biraz da bu yöntemi denemekte fayda var. Zaten biz girene kadar AB diye bir birlik falan da kalmayacak, ne için kasıyoruz ki. Who cares about f.ckin Europe...@

NOT: * 4 Ekim Salı sabahı Financial Times'ta yayınlanmış bir reklamdır.
** 'Care' sözcüğünün çifte anlamı var. Hem 'Avrupa'yı kim takar', hem de 'Avrupa'ya kim bakar'

Yok Deve!


Bu sabah gazetelerde okuduğum habere inanmakta güçlük çekiyorum arkadaşlar! THY denen güzide havacılık kurumumuzun güzide! yöneticileri, kurumun 1992 yılından beri bir İngiliz firmadan finansal kiralama yöntemiyle kullandığı ve İngiliz uzmanların 1200 adet arıza tesbit ettiği RJ 100 tipi yolcu uçaklarının iadesinin tamamlanması üzerine "Yaşasın kurtulduk!" nidalarıyla apronda "deve" kurban etmişler. İade edilecek son uçağın altında kesilen zavallı devenin eti de çalışanlara dağıtılmış. Ülkenin en önemli kurumlarının hangi zihniyetin eline geçtiğine bakar mısınız? Tam da AB'nin bizimle müzakereleri dondurmasının kesinleştiği günün ertesi günü piyasaya düşen bu haber, adamların kararını ne kadar da haklı çıkarıyor. THY'de patlayan skandalların ardı arkası gelmiyordu zaten. Bir sürü sınav geçerek hostes olarak çalışmaya hak kazanmış ancak gayri müslim olduğu için çalıştırılmayan insanlar, yolcuya içki servisi yapmayan erkek kabin görevlisi, imam hatip mezunu olup da hiçbir şey bilmeden kadroya alınan teknisyenler, şimdi de apronda deve kurban etme hadisesi. Bir tek şey söylemek geçiyor içimden: Yok deve artık!

12/12/2006

Spam yorum


Arkadaşlar...bazı yorumların silinmiş olduğunu görürseniz şaşırmayın...çünkü spam zihniyeti sınır tanımadan etrafı kirletmeye devam ediyor...yeni bir spam yöntemi olarak, bizimki gibi iyi :P blog sitelerinin yorumlarına, "çok güzel bir blog" diye başlayan ve saçma sapan spam bilgilerle ( laptop'ı şurdan al, bunu burdan al v.b. gibi) devam eden uzun bir spam yorum bırakıp kaçıyolar. O yüzden şimdilik 3 adet spam yorum silinmiştir, devamı gelebilir...haberiniz olsun...@

En yeni Tayyip Fıkrası :)


Başbakan Erdoğan, destek aramak için İngiltere'yi ziyarete gitmis. Ziyareti sırasında kraliçe tarafından çay içmeye davet edilen Erdoğan, kraliçeye kendi liderlik felsefesinin ne olduğunu sormuş. Kraliçe de "Çevremi akıllı insanlarla doldurmak!" cevabını vermiş. Erdoğan bunun üzerine kraliçeye çevresindeki insanlarin akıllı olup olmadıklarını nasıl ayırt ettiğini sormuş. Kraliçe: "Onlara doğru soruları sorarak ayırt ediyorum." diye yanıtlamış ve "İzin verin göstereyim." dedikten sonra hemen Tony Blair'i aramış: "Sayın Başbakan, lütfen bu soruya cevap verin: Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?" diye sormuş. Tony Blair: "Bu benim majesteleri!" diye yanıtlamış. Kraliçe: " Doğru.Teşekkürler, iyi çalışmalar Blair." demiş ve Erdoğan'a dönerek: "Gördünüz mü Sayın Erdoğan?" diye sormuş. Sayın başbakanımız: "Evet majesteleri, teşekkür ederim, bu metodunuzu kesinlikle kullanacağım." diyerek oradan ayrılmış. Yurda dönünce hemen Unakıtan'ı yanına çağıran Erdoğan: "Kemal Abi sana soracağım bir soruyu cevaplamanı istiyorum." Unakıtan: "Tabii efendim, nedir?" Erdoğan: Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?" Unakıtan sağa bakmış, sola bakmış düşünmüş, taşınmış ve en sonunda:"Efendim bunu biraz düşündükten sonra size cevap versem?"demiş. Erdoğan kabul etmiş ve Unakıtan oradan ayrılmış. Vakit kaybetmeden Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırmış. Saatlerce sorunun yanıtını düşünmüşler bulamamışlar. En sonunda Kemal Unakıtan, Kemal Derviş'i aramış ve durumu açıkladıktan sonra: Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız, ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?" diye sormuş. Derviş: "Bunda bilemeyecek ne var, tabii ki benim!" diye yanıtlamış. Cevabı alan Unakıtan hemen Tayyip'i arayarak: "Cevabı buldum efendim, kim olduğunu biliyorum, Sayın Kemal Derviş"demiş. Tayyip büyük bir hayal kırıklığıyla cevap vermiş: "Yanlış cevap Kemal Abi, doğru cevap "Tony Blair olacaktı!"

11/12/2006

MUSE


Muse konseri süperdi...Herzaman konserlerde doğal olarak oluşan ses bozulmaları, farklı yorumlar vs. gibi olaylar neredeyse hiç denecek kadar azdı... bir yandan CD'de müzik dinler gibi, aynı kalitede müziğin doyumsuz tadını alırken, diğer yandan sahne düzeni ve arka plan atraksiyonlarıyla leziz bir gece geçirdiğimizi söyleyebilirim. Ayrıca grubun herşeyi ( vokal, gitar,org ) Matt Belamy'i özel olarak tebrik etmek lazım. Biz gudik grubumuzla bu adamların "muscle museum" şarkısını çalıp söyleyen kadar binbir şekle giriyorduk zamanında, ama özellikle Matt başta olmak üzere bu adamlarda tık yoktu. Konser boyunca bize eşlik eden şarkıları aşağıda bulabilir, dinleyebilir, eğlenebilirsiniz...@

01. Knights of Cydonia 02. Map of the Problematique 03. Butterflies & Hurricanes 04. Supermassive Blackhole 05. Hysteria 06. City of Delusion 07. New Born 08. Forced In 09. Bliss 10. Feeling Good 11. Sunburn 12. Invincible 13. Time is Running Out 14. Plug in Baby 15. Soldier's Poem 16. Starlight 17. Stockholm Syndrome 18. Take A Bow
( www.radioblogclub.com adresi şarkılara ulaşmanızı sağlayabilir )

10/12/2006

Kasaptan et almak: Elitizm


Geçenlerde gazetede gördüğüm bir haber beni o kadar derinden etkilemiş ki: bir türlü kafamı toplayamıyorum. Yabancı memlekette bir bakanın kızı, blogunda 'elitist' görüşler belirtince babası kamuoyundan özür dilemiş. Ne demektir bu 'elitizm' diye merak ettim ve araştırdım. Meğersem elitizim, her işi ehlinin yapmasını uygun gören bir görüş imiş. Devlet yönetiminin bir takım, eğitim, sosyal statü, meslek gibi kriterlere göre belirlenen kişilerce yapılmasını savunurmuş elitizm. Yani der ki: çoban memleket yönetemez.

Şimdi, kanun suç saydığı bir şeyi övmek gibi olmasın diye, biz olayın değilinden yola çıkalım. Et almak için kasaba gitmek elitizim. Halbuki köşedeki kuaför çok güzel kıyma çekermiş. Yani, adamın biri çıkıp ben çok güzel ev yaparım diyince, adama, 'he kurban, yap o zaman, biz de girip oturalım, deprem olunca da ölelim' demek doğru olan. Ev yapacak adama, 'senin bu işi yapabilecek altyapın var mı?' diye sormak elitizm.

Bu elitizm olayından gocunmak, bence çok belirgin bir yaranın göstergesi. Biz de, sonucu direk olarak adamın suratına daannn diye çarpmayan konularda çok bilen olur. Ama çocuğun ateşi çıkınca, 'kurtar doktor yavrumu' diye yalvarılır. Futbolcuya götürsene çocuğunu!

07/12/2006

Dondurmam Gaymak


Yaklaşık bir haftayı aşkın süredir Mathaser'de gösterimde olan "Dondurmam Gaymak" filmini nihayet izleme fırsatı bulabildik. ABD'deki Queens Film Festivalinde açılış filmi seçilmesinin ardından "En iyi yönetmen" ve "En iyi komedi filmi" ödüllerini de alan film, Oscar'da Türkiye'yi temsil etmeye de soyunmuş durumda.
Gelelim filmle ilgili yorumlara: Ben uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissettiren bir film izlememiştim diyebilirim. Yöre halkının son derece doğal ve amatör oyunculukları gerçek bir sinema şöleni yaşatıyor ve izleyicinin ruhunda içten, sıcak, duygusal titreşimler yaratıyor. Çok az filmde insan katıla katıla gülerken aynı anda gürül gürül ağlama isteği duyabilir. Hakikaten katıla katıla güldüğüm sahneler vardı ama becerebilseydim, aynı anda gürül gürül ağlayabilirdim de.
Muğla yöresi şivesinin güzelliğinden bahsetmeye zaten gerek yok. Başlarda anlamakta biraz zorluk çekiliyor ama kulak hemen alışıveriyor. İnsana "İyi ki anadilim Türkçe!" dedirtecek güzellikte bir dili var filmin; âdeta şiirsel.

Yönetmen Yüksel Aksu gerçekten başarılı. Özellikle Custurica tarzını seven benim gibiler bu ismi bundan böyle yakından izleyecektir diye düşünüyorum. Son olarak Filmin İtalya'da da gösterildiğini ve İtalyan izleyicinin büyük beğenisini kazandığını da ekleyeyim.

Filmin Mathaser'deki gösterimi daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama fırsatınız varsa bu "küçük kasabanın küçük insanlarının büyük filmi"ni kaçırmayın derim!

06/12/2006

Grup 301


Oldum olası yasalarla ilgilenmemişimdir, en son lisede vatandaşlık dersinde öğrendiğim anayasanın ilk üç maddesinden öteye gidememiş, gitmeyi de hiiç istememişimdir. Zira temel hak ve hürriyetleri bilmek adına ne kadar önemli olursa olsun, sadece hukuk camiasında kullanılan dil bile benim bu konuya alakamı sıfıra indirmeye yetmiştir. Ama son dönemde gündemden düşmeyen meşhur 301'i merak etmemek insan üstü bir kayıtsızlık gerektirir herhalde. Çok uğraşmaya gerek kalmadan bulduğum meşhur maddeyi sizlerle paylaşmak istedim.
MADDE 301. - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
Yasanın içeriğini ya da okuyunca neler düşündüğümü burda açıklamak niyetinde değilim. Ben daha çok bu yazıyı bana yazdıran tesadüften bahsetmek istedim.
Canım annem gurbetteki kızını ziyarete geldiği dönemlerde, ben işteyken alışveriş harici de zamanını değerlendirmek adına yanına bir sürü kitap alır, ki döndüğünde ben de bunları okuyup kütüphaneme ekleyebileyim. Laf arasında ekleyeyim, annem genelde çok seçici davranmaz ve bestseller listelerinde ilgisini çekenleri tercih eder.
İşte bu sayede kitaplığımda yer edinen Elif Şafak'ın 'Baba ve Piç'ini okumaya başladığımda eser çoktan annemin getirdiği zamanki bestseller masumiyetinden çıkmış, 301'den ötürü yazara dava açmaya sebep olabilecek bir sakıncalılık sıfatı edinmişti. Haliyle bu da kitabın cazibesini benim açımdan da arttırmıştı...
Beni asıl düşündüren ise kitabı okuduktan sonra gerçekleşti. İster istemez paranoyaklığım devreye girdi ve şöyle bir teori geliştirdim:
'Sırf bu maddeden ötürü, insanları yargılayabilmek, zaten ağzına kadar dolu adliye koridorlarını daha da yoğun gösterebilmek için işe alınmış,işe alınırken de 'alınganlık' kriteri ön koşul sayılmış bir grup insan mevcut. Aslında okuduğum kitapta madde 301'i çiğneyecek bir tane cümle belki de kelime bulabilmek için sadece alıngan olmak yetmez, hatta ve hatta aşırı alınganlık bile gerekli malzemeyi bulmayı sağlamaz!
Herneyse bu grup , dernek, oluşum ya da kısaca Grup 301 diyelim, harıl harıl çalışıp gündemdeki eserleri okuyup, tabiri caiz ise nasıl üstüme alınırım diye düşünüp taşınıp, pire yorgan hikayesindeki pirenin bacağını gördükleri anda, dava açmaya ayarlanmışlar. Hatta ve hatta bu Grup 301 Kafka'nın Dava'sında tarif ettiği gibi devasa bir örgüt olabilir ve bir gün ansızın sizi de oturma odanızda bekliyor olabilir!'
Ben yeterince paranoya yaptıktan sonra daha fazla uzatıp da kendimi madde 301 fıkra(3) 'ten ötürü riske atmak istemiyorum, bundan sonrası sizin fantazinize kalmış...

04/12/2006

AB'de Olmak ya da 'Olmamak'?


Ben kendimi bildim bileli AB'ye girmek için uğraşıyoruz. Periyodik olarak bazen AB'ye yakınlaşma adına bir takım aşamaları adeta bir zafer edasıyla milletçe kutluyoruz, yollara bayraklarla dökülüp onuncu yıl marşı eşliğinde 'Avrupa Avrupa Duy Sesimizi' tezahüratları yapıyoruz, günü geliyor hayal kırıklığına uğruyoruz ama işin ucunu bırakmıyoruz, zira bize öğretilen başka alternatifimizin olamayışı... Başka milletler enerjilerini aya fezaya çıkmak için harcaya dururken bizim nerdeyse varoluş amacımız AB üyeliği statüsünü kazanmak olmuş. O kadar benimsemişiz ki bu mücadeleyi, vazgeçmek gibi bir olasılığı aklımıza getirmek bir yere AB üyeliğinden beklentilerimizi ya da üye olmanın ne anlama geleceğini bile düşünmez olmuşuz.
Ama bu alıştığımız kendimizi huzurlu hissettiğimiz süreç son zamanlarda sekteye uğradı. İki yüzlü avrupa politikaları ayyuka çıktıkça, arda arda Kıbrıs, ermeni soykırımı gibi konularda darbe aldıkça, toplumun inancı ve isteği yok oldu. Son zamanlarda yapılan anketlerde AB müzakereleri durdurulsun diyenlerin oranı hiç olmadığı kadar arttı. Hatta bu karşı duruşa politikacılar ve ülkenin aydın kesimi de katılmaya başladı.
Peki eğer bize söylenildiği gibi alternatifi yok idiyse şimdi ne olucak. Üye olmaktan vazgeçersek biz 'olmayacak' mıyız? Yoksa alternatiflerimiz yeni hükümetimiz tarafından çoktan seçildi mi? Yüzümüzü batıya değil doğuya mı çevireceğiz?
Yoksa hayal kırıklığını içimizde büyütmeyi bırakıp 'oynamıyorum artık, ne haliniz varsa görün' demek yerine, sırf üyelik koşullarını yerine getirmek için mecliste rekor sürede çıkarılan uyum yasalarını ülkede yaşayanların refahı için pratiğe dökmeye başlayabilecek miyiz? ABye üye olmanın aslında bir alternatifinin olduğunu, onun da ülkeyi AB üyesi ülkelerin seviyesine çıkarmak olduğunu görecek miyiz? Bize vaadedilen yirmi küsür senelik müzakere sürecinde hedeflenenleri AB destegi olmadan da icra etmeye kolları sıvayabilecek miyiz?
Belki saydıklarımın hiçbirinin gerçekleştirilmesi mümkün değil ve sadece hayal...
Evet, benim hayalim! Ben sadece doğup büyüdüğüm ülkenin, hiç bir ülkenin kuklası olmadığı, hiç bir birlik ya da topluluğun ağzından dökülecek kelimeleri beklemediği, vatandaşlarının aç-cahil-yobaz olmadığı, insan hakları kavramının nefes alıp vermek kadar doğal karşılandığı, kısaca üzerinde yaşamanın hayal edildiği ülke olduğu günlerini görmek istiyorum.
Hayal etmek alternatifsizliği kabul etmekten daha iyi değil mi?

03/12/2006

Uçub getme


Azerbeycan'da bir süre bulunan bir arkadaşın Azeri Türkçesi ile ilgili çektiği resimlerden biri. Türkiye Türkçesi ile bakınca gerçekten komik olan bir havaalanı uyarı monitorü...@

Ghana


Önümüzdeki ay ziyaret edeceğimiz kara kıta'nın şirin ülkesi Ghana için geçen gün yaptırdığımız aşılar silsilesi nedeniyle, özellikle sağ kol fonksiyonlarımız iyice yavaşladı. Tetanus, Diphtherie, Hepatitis A, Polio, Gelbfieber olarak sıralayabileceğim aşıları her iki kolumuza ikişerden 4 delik açmak suretiyle uygulayan sağlık kurumuna iyi dileklerimizi her fırsatta iletiyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi bir de hergün almamız gerekecek malarya haplarını da ekstra bonus olarak söyleyebiliriz...@

Galatabahçe - Fenersaray


Dünya'da bizden başka bir ulus pek sallamasa da bu listede olmaktan gurur duyduğumuz dünyanın en ünlü derbileri listesine eklenecek yeni bir istatistik için bu akşam GS ve FB takımları karşılacaklar. Bunun için okuduğumda çok ilginç gelen Türk insanın hoşgörülü tarafını yansıtan geçmişten kısa bir anektot; 1911 ve 1934 yılları arasında GS-FB dostluğu sadece sözde değil, avrupa maceralarında yardımcı olsun diye birbirlerine futbolcu ödünç verecek kadar ilerideymiş. ( o zamanlar lisans olayları biraz da ha rahatmış tabi ) Hatta bazen GS-FB karması olarak çıkarlarmış ve forma stili; ortası sarı, bir yanı lacivert, diğer yanı kırmızı olmak üzere 3 renkten oluşuyormuş. Vay bee...@

01/12/2006

Rauchen verboten!


2007 yazindan itibaren artik restoranlarda sigara icelemeyecek. Böylece "Ah, rahatsiz ediyor muyum?" "Bu benim ilk sigaram" "Sadece sizinleyken iciyorum" muabbetleri son bulacak. Ne yazik ki yemek servisi yapmayan mekanlarda halen serbest ama ben parlemontonun bu konuda da bisiiler yapacagini umuyorum...

Türkiye Gündemi


Tayyip Erdoğan, dünkü ulusa sesleniş konuşmasında : "Türkiye artık bizim devraldığımız Türkiye değil; imaj değiştirdik." demiş! Hazret ilk defa doğru bir laf etmiş. Onlar devraldığında ülkede Laiklikle ilgili kaygılar yoktu, "Laiklik yeniden tanımlanmalı." diyen meclis başkanı da yoktu mesela. Milli Eğitim şuralarında din dersi saatlerinin artırılması ya da imam hatipler konuşulmuyordu. Okullarda çoluk çocuğa Atatürk'e ya da Cumhurbaşkanına küfreden kitaplar da "tavsiye eser!" olarak okutturulmuyordu onlardan önce. Peygamberin doğumu filan hiçbir okulda resmi bayram gibi kutlanmıyordu mesela. Daha önce "Her şeyi çatır çatır satarım kardeşim!" diyen bir maliye bakanımız olmadığı gibi vatandaşa "Ananı da al git!" diyen bir başbakanımız da yoktu onlardan önce. Bütün İslam ülkelerinin first leydileri uluslararası arenada gayet modern bir görüntü sergilerken cumhuriyet rejimiyle yönetilen Türkiye'nin "sıkmabaş" başbakan ve bakan eşlerini de dünyayla beraber biz de ilk kez gördük. Kısacası "türban" hiç bu kadar ülkenin gırtlağına dolanmamıştı bunlardan önce. Türkiye imaj değiştirdi doğrudur. Nerde 1923'teki medeniyet, nerde 2006'daki geri kalmışlık!

Winter Tollwood Başladı


Genelde Oktoberfest dışında pek yolumuzun düşmediği Theresienwiese'de dün itibarı ile Tollwood kış festivali başladı. 31 Aralık'a kadar sürecek olan festivalde Weihnachtsmarkt, çeşit çeşit restoran dışında konserler, opera ve tiyatro programları da mevcut. Belki de en cazip yönü, genelde sarhoş terk ettimiz bir bölgenin bambaşka yüzünü görebilmek.

Festivalin odak noktaları: 'Haensel + Gretel' masalından uyarlama opera ve 'Caveman' & 'Cavewomen' adında-tahminimce "Erkekler Mars'tan , Kadınlar Venüs'ten" ayarında- kabareler olusturuyor. Bütün programı yazmaya niyetim yok tabii ki , ilgilenenler linki tıklasın!